1 Temmuz 2018 Pazar

BEŞİKTEN MEZARA OBEZİTE-1


Şişmanlık, namıdiğer obezite çağımızın en büyük sağlık problemlerinden biri olmakla beraber, birçok sağlık problemine de kapı aralıyor. Diyabetten hipertansiyona, kolesterolden  kansere kadar çok çeşitli hastalıkların temelinde obeziteyi düşünebiliriz. Obezite, vücutta sağlığı bozacak derecede aşırı ve anormal yağ birikimi olarak tanımlanabilir. Hem fiziken hem ruhen bizi kötü hallere salan bu illet bir anda oluşmuyor elbet L

Obezitenin gelişmesinde dikkat edilecek en önemli nokta aslında bebeklik döneminde başlıyor diyebiliriz. Anne sütü almayan bebeklerde ya da ek besine erken/geç geçilen bebeklerde ilerde obezite görülme riski anne sütü alan bebeklerden daha fazla. Bu yüzden başta anne sütü olmak üzere gerekli ek besinlere doğru zamanda ve yeterli miktarlarda başlamak önem arz etmekte. Bebeklikten çocukluğa geçiş döneminde aile bireylerinin beslenme alışkanlıkları oldukça önemli!! Bebeklikten itibaren evde litre litre kola gören çocukların kola içmesi mucize değildir elbet L

Ergenlik çağı hormonların değişimi açısından ekstra bir etki oluşturabilir; çocukların fast foodlardan olabildiğince uzak durması ve enerji dengesinin sağlanması önemli bu noktada. Ailesinden çok arkadaşlarıyla vakit geçirmekten hoşlanan ve dışarda hamburger kızartma yiyince sosyalleştiğini sanan yavrularımıza çocukluk çağından itibaren beslenme eğitimi vermemiz gerektiğinin farkındayız artık.

Peki neler yapabiliriz? Yavrularımızı bebeklikten itibaren güzelce eğittikten sonra (tabii ki evde iyi örnek olarak) okulda seçeceği yiyecekler hakkında bilgilendirmek, diyete ihtiyacı olan çocukların yemeklerini gerekirse evden hazırlayıp göndermek, fast foodlara alternatif sağlıklı yiyecekler oluşturmak boynumuzun borcu J

Cipsi evde patatesten yapsak, çikolata yerine kakaolu hurmalı trüfler yapsak, kola yerine meyve suları sıksak maden suyuyla buluştursak, bin kalorilik hamburger menüler yerine evimizde ızgarada yaptığımız köftelerle sağlıklı hamburgerler yapsak hem de onlarla beraber yapıp el becerilerini geliştirsek...

Fena mı olurr?? J

Beşikten mezara obezite serisini beklemeye devam edin ;)


30 Ekim 2017 Pazartesi

AVUÇ İÇİ KADAR MUTLULUK

İnsan sevdiği işi yapınca gerçek manada mutlu oluyormuş, sevdiği yerde olunca, sevdikleriyle olunca...
Ben bu yıl olmam gereken yeri keşfettim. Son sınıf olduğumuz için bu yıl stajdayız ve doğal olarak mesleğimize en yakın olduğumuz noktadayız. Kendimi bildiğimden beri tıp okuyup doktor olmak isteyen ben, elimden gelen her şeyi yaptıktan sonra, yeterli puanı alamayınca çevremden gelen farklı bölüm önerilerini dinlemeyip diyetisyenliği seçtim bundan 4 yıl evvel. İki yıl öncesine kadar ben bu meslekte mutlu olabilecek miyim acaba diye bir düşünce vardı kalbimin bir köşesinde. Acabaa?? Geçen sene bölüm derslerinin yoğunlaşmasıyla günden güne daha fazla sevmeye başladığımı fark ettim. Bu sene ise benim için mesleki bağlamda vazgeçilmez bir dönem olmaya devam ediyor. Dedim ya sevdiği yerde olunca mutlu oluyormuş insan diye, ben küçükken bile biliyormuşum hastanede olmam gerektiğini, insanlara dokunmam gerektiğini. Her gün '' Siz şimdi doktor musunuz; hemşire mi?'' , '' Kızım bizim serum bitti, bi değiştiriver'' gibi cümlelere maruz kalsak da :)) İnsanlara sabırla anlatıyorum bir diyetisyenin işinin sadece insanları zayıflatmak olmadığını. Ha tabii bir de bizim doktor da hemşire de olmadığımızı:)) Geçenlerde bir yerlere yazarken yine, hastalarıma gülücükler saçtığımdan bahsetmiştim. Biraz bencilce geldi bugün bana bu cümle. Çünkü biz onları değil, belki de onlar bizi iyileştiriyordur? Sabah hasta hasta, yorgun ve uykusuz bir şekilde ayakta bile duramazken girdiğim odadan içimde kocaman bir heyecan ve yüzümde gülücüklerle çıkıyorsam, kim kime daha iyi geliyordur ki :)) Her gün bu kadar dua alıyorken nasıl mutlu olmam burada?? Her sabah hastaneye gitmek, yorucu olsa bile bana çok iyi geliyor bunu fark ettim. Gönül bağı kuruyoruz çünkü insanlarla, geçici bir süre birarada olsak bile. Mesela nerdeyse her gece başka bir hastamı görüyorum rüyamda, ertesi gün dular alıyorum, daha ne olsun :))
Avuç içi kadar mutluluk yeter dedikleri bu olsa gerek...

30 Temmuz 2017 Pazar


YAZ MEVSİMİNDE SU TÜKETİMİ
Yaz aylarının en sıcak zamanlarını yaşadığımız şu günlerde ne yiyeceğimizi ne içeceğimizi şaşırarak sadece soğuk diye sağlıksız besinlere saldırabiliyoruz. Öncelikle yanınıza bir bardak soğuk su alarak bu yazıyı okumaya başlayın, hatta sadece bu yazıyı okurken değil, sürekli yanınızda soğuk su taşıyın. Bu sıcaklarda kendinize yapacağınız en büyük iyilik bu olacaktır zira.
Yazın nasıl beslenelim diye soran kişilere ilk önerim bol su tüketimi oluyor çünkü terleyerek sürekli su ve mineral kaybediyoruz. Bu noktada su tüketimi çok önemli bir hal alıyor. Ve tabii ki doğal maden suyu, mineral açısından güzel bir seçenek olabilir. Günde 1-2 şişe tüketilmesi iyi olacaktır. Özellikle kola gibi asitli içecekleri tüketen ve vazgeçemeyen insanlar onun yerine maden suyu tüketebilirler. Meyveli olanlarda katkı maddesi bulunabileceğinden sade madensuyunu önermekle birlikte, sade maden suyunun kalorisinin ,su gibi, sıfır olduğunu belirtmekte fayda var. Yok ben illa limonlu içeceğim diyenler manavdan pazardan limon alarak içine sıkabilir J
Vücudun susuz kalmaması için günlük kişinin kilosuna boyuna cinsiyetine bağlı olarak değişmekle birlikte, 2-3 litre su
tüketmesi gerekiyor. Bu litreleri nasıl sayacağım diyenler yanında litresi belli bir şişe taşıyarak sayabilirler. Veya akıllı telefonlar için geliştirilmiş su uygulamalarını indirerek sürekli içtikleri suyu kaydedebilirler. Unutulmamalıdır ki; insan vücudunun yaklaşık %75’i sudan oluşuyor ve su bizim için elzem bir bileşen.
Gün içinde aşırı çay kahve tüketen bireyler su tüketimini aksatabiliyor. Bu bence en çok dikkat edilmesi gereken nokta. Çünkü masa başındaki bir kişi günde 10-15 bardak çay içerken hiç su içmemiş olabiliyor ve bunun farkına bile varmıyor, basit mantıkla sıvı tüketmiş oluyor; ancak bu gibi içecekler diüretik yani sıvı atımını artıran içecekler olduğu için sıvı aldığını düşünen kişi daha fazla sıvı atıyor. Zaten terle de sıvı attığımız göz önüne alınırsa, vücudun ne kadar susuz kaldığını, böbreklerin ne kadar zorlandığını varın siz düşünün.
Gelelim ben su içemiyorum diyenlere. Sesinizi duyar gibiyim bu yüzden size suyu güzelleştirme tüyoları vereceğim. Suyu içine bazı maddeler katarak güzelleştirebilir, hatta etkinliğini artırabilirsiniz. Yanınıza alacağınız bir litre suya bir çubuk tarçın atarak hem suyunuza aroma verebilir, hem de kan şekerinizi dengeleyecek bir su oluşturmuş olabilirsiniz. Özellikle diyabetli bireylerde bu suyun tüketimi daha faydalı olacaktır. Yine aynı şekilde suyunuza yeşil elma, limon, erik  gibi meyveler katarak fresh bir aroma oluşturabilirsiniz, bu aynı zamanda kabızlık problemi yaşayanlar için güzel bir öneri olabilir, tabi su bitince içindeki meyveleri yemek serbest J Ayrıca suyunuza maydanoz katarak ödem söktürücü bir su elde edebilirsiniz.
Suyun bizim için en büyük nimetlerden biri olduğunu unutmayıp, vücudumuzdaki nerdeyse her olayda olan fonksiyonunu da göz önünde bulundurarak bu sıcak günlerde vücudumuzun ihtiyacı kadar su tüketmeye özen gösterelim.
                                                                                                    Sağlıkla kalın…

                                                                                                    İREM ERCAN

21 Haziran 2017 Çarşamba

ETİKET OKUYALIM

Sen, sevgili modern insan!

Önce o elindeki hamburgeri, devasa kolayı bir kenara bırak da bir yüzyüze gelelim. Nur cemalini görelim bir. Şimdi böyle diyince hamburger yiyip kola içen herkesi aforoz etmiş gibi olmayayım. Bu ikili bir temsil aslında. Pek sevimli ve sağlıklı bir temsil olmasa da; sevenler deli gibi seviyor napalım. Şimdi şunu belirtmek istiyorum, ki sanırım düşünen her insan bunu algılayabilecektir; böyle kola gibi cips gibi şeylerde sizce de bağımlılık yapan bir şey yok mu? Basit bir soru bunu kendinize sorun cevap muhtemelen evet olacaktır. Çünkü bir yiyen insan müptela olup çıkıyor. Soru ve cevap bu kadar basitken bir şeyler yapamamamıza sebep olan şey de muhtemelen o bağımlılık sebebi olan şey. O her neyse artık; katkı maddesi mi olur, gıda boyası mı olur, tatlandırıcı mı olur… Saymakla bitmeyecek kadar çok şey var o hazır paketli ürünlerde. Bize düşen büyük bir görev var o halde, aldığımız ürünün etiketini okumak. Ve o etikette karınca duasından daha küçük yazılmış olan şeyler hakkında hiç olmazsa kendimizi ve etrafımızdakileri kurtaracak kadar bilgiye sahip olmak.

Etrafta dolaşan küçücük obez çocukları görmemek için büyük bir çaba gerek sanırım. Konu ne olursa olsun ortada büyük bir yanlış varsa, herkes küçücük dahi olsa bir önlem alsa, büyük bir dalga ortaya çıkar diye düşünüyorum. Böyle böyle düzeltiriz yanlışları. Bu yazıdan sonra yapacağınız şey markette elinizi uzattığınız ürünün önce etiketini okumak olsun. Çünkü zararını bilmiyorsanız bile, alacak olduğunuz çikolatanın 500 kalori olduğunu fark ettiğinizde büyük ihtimalle -gözünüzü o kadar karartmadıysanız- o çikolatayı usulca yerine bırakıp, o reyonu terk edersiniz. Çünkü koca bir akşam yemeği öğününün kalorisini bir küçük çikolata ile almayı istemezsiniz değil mi? Bence istemeyin, ama tabi yine de siz bilirsiniz. Hamburger menülere gelecek olursak, patatesiydi kolasıydı derken bir menü 1000 kalori civarında bir şeye denk geliyor. Diyelim ki, gözünüzü kararttınız onu da yiyeceğim diyorsunuz. O patateslerin daha çıtır olsun diye katı kızartma yağlarıyla kızartıldığını biliyor muydunuz?  Üstelik bir yağın kızartma amaçlı kaç defa kullanıldığınıu bile bilmiyoruz. Kendi evimizde bildiğimiz yağları bile kızartmada kullanırken iki defadan fazla kullanmamız önerilmiyorken, bu ne kadar sağlıklı bir düşünün. Yine de yiyeceğim diyorsanız siz bilirsiniz. Damarlarınızı da tıkıyor o yağlar belirteyim de.

Velhasılı, sadece yediğimizin ne olduğunu bilirsek bile emin olun birçoğundan vazgeçeceğiz. Biraz daha bilinçli olalım, kendimizi de etrafımızdakileri de zehirlemeyelim diye küçük de olsa bir şeyler yapalım.
                                                                             

                                                                                                               Sağlıkla kalın.

21 Aralık 2016 Çarşamba

( Bu blogdaki yazı sınırı bana yetmiyor)
Gel gelelim kalori meselesine ; nitekim ağırlık kaybı ya da kazanımı besinlerle aldığımız/kaybettiğimiz enerji dengesizliğinden kaynaklanıyor, bu noktada da hemfikiriz. (Bu noktada şunu söylemeden geçemeyeceğim, kalori hesaplayıp duruyorsunuz diyerek diyetisyenleri eleştiren insanlar var ne yazık ki , aldığımız eğitime dair en ufak fikri olmayan bu kişilerin fikirlerinin tez zamanda değişmesi, amin... ) Neyse işte, rakamlar geliyor hazır mısınız??
 100 gram ; elma 63 kal, kayısı 64 kal, muz 102 kal, incir 88 kal, üzüm 76 kal, kiraz 70 kal, erik 52 kal, şeftali 59 kal, mandalina 50 kal vesaire vesaire...
Şimdi size bizim eve gelen misafirlere kışın hazırladığımız bi tabak meyvenin kalorisini hesaplayacağım :
Bir tabakta 1 elma, 1 portakal, 1 mandalina, 1 muz, 1 armut olsun diyelim. (Vallahi abartmıyorum bazen daha da abartabiliyor annem, öncelikle bi şükretmemiz gerek, ardından bolca düşünmemiz.)
Bizim evdeki bir meyve tabağı yaklaşık 350 kalori civarında, ben daha glisemik indekse, diyabete vesaire hiç değinmiyorum. Sadece kilo yapar mı ondan bahsediyorum bu yazıda. Meyveyi bi de gece yiyoruz gecenin bi vakti aldık mı güzelce 350 kaloriyi, almamız gereken günlük 2 porsiyondu ya; ben ona  100 kalori diyorum. Çıkardık, kaldı  = 250 kalori. Her gün ekstra 250 kalori alan bi insan bi hafta sonunda 1750 kalori alır.Bir ay sonunda 7000 kalori yapar. Geliyorum asıl kısma hazır mısınız?
Ekstradan aldığımız her 7 kalori 1 gr yağ oluşturuyor. Yani 7000 kalori alınca net 1000 gram kazanıyorsunuz. Yaniiii 7000 kalori eşittir 1 kilo.
GEÇMİŞ OLSUN: Her gün ekstradan 3 çeşit meyve fazladan yiyorsanız ay sonunda 1 kilo göbeğinize, baseninize bi yerlerinize yerleşecek demektir. Ha derseniz ki; ben başka şeylerden feragat ederek meyve yiycem ! Hay hay efenim, yiyiniz. Yok yok yemeyiniz :)) Farklı etkileri de var tabi sadaece kalori açısından bakamayız. ( Şunları not düşmeliyim tabi, bahsettiğim şey kişinin ihtiyacı olandan fazla 250 kalori alması, tolere edebiliyorsa zaten kilo bağlamında sorun yok.)
 Başka bir yazıda bunu da ele alalım inşallah.
ÖZETLE => Her şeyden kararında yesek sorun kalmayacak , ben bu mesleği öğrenirken en çok şunu fark ettim ; muazzam bir dinimiz var, öğretilerine uysak, abartmasak mis gibi yaşayacağız. Benden bu seferlik bu kadar bi sonraki yazı posa olacak inşallah , beklemede kalın.
BURDAN ANNEME NOT: Nolur şu meyve tabaklarının içeriğini  biraz azaltalım :))

Yine kaç zamandır yazayım diyorum , elim varmıyor , yüreğim sızlıyor. Bana acı veren durum şu ; biz burda nasıl daha az yeriz nasıl kilo veririz derdine düşmüşken dünyanın bi yerlerinde çocukların açlıktan ölüyor oluşu. Dünyadaki zulmü izliyoruz uzun zamandır ne yazık ki, eğitimsizliğin bu işin temelinde yatan sebep olduğu noktasında hepimiz hemfikiriz değil mi ? O noktada sorun yok, sorun şu ki; bunu biliyor olmamıza rağmen bi şey yapmıyoruz. Neyse işte ben de burda nutuk atmayayım. Bu kadar olaydan sonra kendimce şöyle bi karar aldım; daha fazla üreteceğim. Başka yolu yok. Sonra dedim ki ne yazacam bu sefer, kafamı kaldırıp kitaplığıma baktım (bir şeyler düşündüğümde genelde kitaplarımı izlerim, ismi, içeriği vesaire bi çağrışım  yaptırır). Rahmetli Ayşe hocamın bi kitabı gözüme çarptı geçen sene titreyen elleriyle imzalamıştı. Baktım bi gülümsedim, açtığım sayfada ne çıkarsa onu yazacağım dedim. 'Çok meyve yemek şişmanlatır mı ?' yazıyordu, önce gülümsedim. Bizim evdeki meyve tüketimi Türkiye ortalamasını yükseltiyor çünkü :)) Napalım çok seviyoruz;) Babacığım diyabetli olmasına rağmen baya yer, ben de ondan pek farklı sayılmam. Neyse işte önce Ayşe hoca ne demiş bu konuda diye bi okudum. Şimdi sizlerle onun görüşlerinden de yola çıkarak, bir şeyler paylaşacağım işte, artık bliyorsunuz.
Meyveler güzeldir, tatlıdır biliyoruz ; bu tatlılığın sebebi içerdikleri fruktoz. (Son zamanlarda diyetisyenlerin işine karışan bazı şahsiyetler ' meyve zehirdir çünkü fruktoz zehirdir' diyorlar. Zehir olan meyvedeki fruktoz değildir; zehir olan paketlenmiş besinlerdeki, hazır gıdalardaki fruktoz şurubudur. Her neyse işte ; meyveler fruktoz içerir ancak bu içerik meyvenin çeşidine göre de değişebilir. Mesela üzümde daha çok glikoz varken, şeker pancarı sakkaroz içerir. (sakkaroz = glikoz+fruktoz) değişiyor yani, bazı meyvelerin posa miktarı yüksektir mesela muz gibi. İşte bu noktada Ayşe hocam diyor ki; '' meyvenin enerji değeri içerdiği şeker,nişasta ve posa miktarına göre değişir. Ayrıca kabuğu soyularak yenen meyvenin de posası azaldığı için enerji değeri biraz artar.'' (Bir sonraki yazım posa üzerine olsun inşallah :)) Demek ki napıyormuşuz ? Elmayı armudu kabuklu yiyormuşuz :) Ama ne kadar ? Türkiye'ye özgü beslenme rehberine göre günde 4 porsiyon meyve sebze yememiz gerek. Yani 2 porsiyon sebze yediyseniz ( bu salatada olabilir, sebze yemeklerinde olabilir) 2 porsiyon meyve hakkınız var demektir. Bu da başka bi nokta tabi, ama ben biliyorum ki bi misafir gelse 5-6 çeşit meyve koyarız tabağına ve yemezse de ısrar ederiz ye diye. Doğru mu? Değil tabii ki.

6 Ekim 2016 Perşembe

''Keçiboynuzu çekirdeği Osmanlılar döneminde ağırlık ölçüsü birimi olarak kullanılırdı. Çünkü keçiboynuzunun içinden çıkan tohumların hepsinin ağırlıkları aynıdır. Bu özellik doğada başka bir bitkide yoktur. Osmanlılar zamanında 16 adet çekirdek 1 dirhem olarak kullanılırdı. Hatta “iki dirhem bir çekirdek” deyimi o zamandan kalmıştır. Osmanlı esnafı hatırlı müşterisine 2 dirhemlik ürün aldığında lütfedip 1 çekirdek fazla atıp, bu sattığı ürünün itibarını gösterirmiş. Bu deyimde fazla süslü veya gösterişli giyinenler için o zamandan kalma kullanılarak günümüze kadar ulaşmış.
Keçiboynuzunun içerdiği çekirdeklerin her biri 0,2 gram gelir. Çekirdeklerin ebatı farklı olsa da her biri aynı ağırlıktadır. Günümüzde de 0,2 gramın karşılığı 1 karat olarak kullanılmaktadır. Değerli taş satanların kullandıkları 1 karat buradan gelmektedir. Karat kelimesi keçiboynuzunun (harnup) latince adı olan “ceratonia” dan türetilmiştir. Beş tane keçiboynuzu çekirdeği 1 gram ağırlığındadır. Ancak keçiboynuzu çekirdeği yenilmez. Çünkü çok serttir'' 
Evet bu kısmı kopyalayıp yapıştırdım ama çok ilgimi çekti :)) 
Keçiboynuzu öncelikli olarak bolca kalsiyum içerdiği için bilhassa bayanlarda osteoporoza karşı etklili, küçük çocuklarda kemik oluşumuna yardımcı olacaktır.Bolca çinko içermesi de çocuklarda zihin gelişimine katkı sağlamaktadır. Bakıyorumm başka neler neler varmış :)) Kolesterol içermeyen, kafein içermeyen mis gibi bi yiyecek ya hu hem de tatlı:) Mesela bilirsiniz pekmezi de yapılır, (ki ben pekmez, reçel vesaireleri çok sevmeme rağmen) bolca şeker içerdiği için tasvip etmiyorum, o besini yemek daha faydalı ve sağlıklı bence. Sonraaaa, boğaz ve akciğer hastalıklarına çok iyi geliyomuş :)Ağrı kesici, astım önleyici etkileri falan da varmış haa az daha unutuyodum içerdiği E vitamini sayesinde antioksidan özelliği mevcut imiş. Yüksek ham selüloz etkisi ile bağırsak rahatsızlıklarına ve gastrite etkili imiş ve üreme hücreleri üzerinde de birçok olumlu etkisi mevcut. Ben daha yazarı amma burdaki harf sınırı doldu. Şunu unutmayalım ama lütfen 100 gr keçiboynuzu yaklaşık 540 kalori , tabii bu ne ki aslında iki dilim baklavaya eşit(!) ama güzelliği şu ki ; 100 gram keçiboynuzunu bi oturuşta yemeniz mümkün değil diyecek olsam da yine de dikkat edin lütfen 
NOT: Bi önceki cümledeki bu ne ki aslında iki dilim baklavaya eşit derken baklavayı övüyorum sanmayasınız tüm şerbetli tatlılar böyle hiç de masum değiller :( O zaman bi sonraki yazımız şerbetli tatlılar ve kalorileri üzerine olabilir :)) beklemede kalın , hoşçakalın...