21 Aralık 2016 Çarşamba

( Bu blogdaki yazı sınırı bana yetmiyor)
Gel gelelim kalori meselesine ; nitekim ağırlık kaybı ya da kazanımı besinlerle aldığımız/kaybettiğimiz enerji dengesizliğinden kaynaklanıyor, bu noktada da hemfikiriz. (Bu noktada şunu söylemeden geçemeyeceğim, kalori hesaplayıp duruyorsunuz diyerek diyetisyenleri eleştiren insanlar var ne yazık ki , aldığımız eğitime dair en ufak fikri olmayan bu kişilerin fikirlerinin tez zamanda değişmesi, amin... ) Neyse işte, rakamlar geliyor hazır mısınız??
 100 gram ; elma 63 kal, kayısı 64 kal, muz 102 kal, incir 88 kal, üzüm 76 kal, kiraz 70 kal, erik 52 kal, şeftali 59 kal, mandalina 50 kal vesaire vesaire...
Şimdi size bizim eve gelen misafirlere kışın hazırladığımız bi tabak meyvenin kalorisini hesaplayacağım :
Bir tabakta 1 elma, 1 portakal, 1 mandalina, 1 muz, 1 armut olsun diyelim. (Vallahi abartmıyorum bazen daha da abartabiliyor annem, öncelikle bi şükretmemiz gerek, ardından bolca düşünmemiz.)
Bizim evdeki bir meyve tabağı yaklaşık 350 kalori civarında, ben daha glisemik indekse, diyabete vesaire hiç değinmiyorum. Sadece kilo yapar mı ondan bahsediyorum bu yazıda. Meyveyi bi de gece yiyoruz gecenin bi vakti aldık mı güzelce 350 kaloriyi, almamız gereken günlük 2 porsiyondu ya; ben ona  100 kalori diyorum. Çıkardık, kaldı  = 250 kalori. Her gün ekstra 250 kalori alan bi insan bi hafta sonunda 1750 kalori alır.Bir ay sonunda 7000 kalori yapar. Geliyorum asıl kısma hazır mısınız?
Ekstradan aldığımız her 7 kalori 1 gr yağ oluşturuyor. Yani 7000 kalori alınca net 1000 gram kazanıyorsunuz. Yaniiii 7000 kalori eşittir 1 kilo.
GEÇMİŞ OLSUN: Her gün ekstradan 3 çeşit meyve fazladan yiyorsanız ay sonunda 1 kilo göbeğinize, baseninize bi yerlerinize yerleşecek demektir. Ha derseniz ki; ben başka şeylerden feragat ederek meyve yiycem ! Hay hay efenim, yiyiniz. Yok yok yemeyiniz :)) Farklı etkileri de var tabi sadaece kalori açısından bakamayız. ( Şunları not düşmeliyim tabi, bahsettiğim şey kişinin ihtiyacı olandan fazla 250 kalori alması, tolere edebiliyorsa zaten kilo bağlamında sorun yok.)
 Başka bir yazıda bunu da ele alalım inşallah.
ÖZETLE => Her şeyden kararında yesek sorun kalmayacak , ben bu mesleği öğrenirken en çok şunu fark ettim ; muazzam bir dinimiz var, öğretilerine uysak, abartmasak mis gibi yaşayacağız. Benden bu seferlik bu kadar bi sonraki yazı posa olacak inşallah , beklemede kalın.
BURDAN ANNEME NOT: Nolur şu meyve tabaklarının içeriğini  biraz azaltalım :))

Yine kaç zamandır yazayım diyorum , elim varmıyor , yüreğim sızlıyor. Bana acı veren durum şu ; biz burda nasıl daha az yeriz nasıl kilo veririz derdine düşmüşken dünyanın bi yerlerinde çocukların açlıktan ölüyor oluşu. Dünyadaki zulmü izliyoruz uzun zamandır ne yazık ki, eğitimsizliğin bu işin temelinde yatan sebep olduğu noktasında hepimiz hemfikiriz değil mi ? O noktada sorun yok, sorun şu ki; bunu biliyor olmamıza rağmen bi şey yapmıyoruz. Neyse işte ben de burda nutuk atmayayım. Bu kadar olaydan sonra kendimce şöyle bi karar aldım; daha fazla üreteceğim. Başka yolu yok. Sonra dedim ki ne yazacam bu sefer, kafamı kaldırıp kitaplığıma baktım (bir şeyler düşündüğümde genelde kitaplarımı izlerim, ismi, içeriği vesaire bi çağrışım  yaptırır). Rahmetli Ayşe hocamın bi kitabı gözüme çarptı geçen sene titreyen elleriyle imzalamıştı. Baktım bi gülümsedim, açtığım sayfada ne çıkarsa onu yazacağım dedim. 'Çok meyve yemek şişmanlatır mı ?' yazıyordu, önce gülümsedim. Bizim evdeki meyve tüketimi Türkiye ortalamasını yükseltiyor çünkü :)) Napalım çok seviyoruz;) Babacığım diyabetli olmasına rağmen baya yer, ben de ondan pek farklı sayılmam. Neyse işte önce Ayşe hoca ne demiş bu konuda diye bi okudum. Şimdi sizlerle onun görüşlerinden de yola çıkarak, bir şeyler paylaşacağım işte, artık bliyorsunuz.
Meyveler güzeldir, tatlıdır biliyoruz ; bu tatlılığın sebebi içerdikleri fruktoz. (Son zamanlarda diyetisyenlerin işine karışan bazı şahsiyetler ' meyve zehirdir çünkü fruktoz zehirdir' diyorlar. Zehir olan meyvedeki fruktoz değildir; zehir olan paketlenmiş besinlerdeki, hazır gıdalardaki fruktoz şurubudur. Her neyse işte ; meyveler fruktoz içerir ancak bu içerik meyvenin çeşidine göre de değişebilir. Mesela üzümde daha çok glikoz varken, şeker pancarı sakkaroz içerir. (sakkaroz = glikoz+fruktoz) değişiyor yani, bazı meyvelerin posa miktarı yüksektir mesela muz gibi. İşte bu noktada Ayşe hocam diyor ki; '' meyvenin enerji değeri içerdiği şeker,nişasta ve posa miktarına göre değişir. Ayrıca kabuğu soyularak yenen meyvenin de posası azaldığı için enerji değeri biraz artar.'' (Bir sonraki yazım posa üzerine olsun inşallah :)) Demek ki napıyormuşuz ? Elmayı armudu kabuklu yiyormuşuz :) Ama ne kadar ? Türkiye'ye özgü beslenme rehberine göre günde 4 porsiyon meyve sebze yememiz gerek. Yani 2 porsiyon sebze yediyseniz ( bu salatada olabilir, sebze yemeklerinde olabilir) 2 porsiyon meyve hakkınız var demektir. Bu da başka bi nokta tabi, ama ben biliyorum ki bi misafir gelse 5-6 çeşit meyve koyarız tabağına ve yemezse de ısrar ederiz ye diye. Doğru mu? Değil tabii ki.

6 Ekim 2016 Perşembe

''Keçiboynuzu çekirdeği Osmanlılar döneminde ağırlık ölçüsü birimi olarak kullanılırdı. Çünkü keçiboynuzunun içinden çıkan tohumların hepsinin ağırlıkları aynıdır. Bu özellik doğada başka bir bitkide yoktur. Osmanlılar zamanında 16 adet çekirdek 1 dirhem olarak kullanılırdı. Hatta “iki dirhem bir çekirdek” deyimi o zamandan kalmıştır. Osmanlı esnafı hatırlı müşterisine 2 dirhemlik ürün aldığında lütfedip 1 çekirdek fazla atıp, bu sattığı ürünün itibarını gösterirmiş. Bu deyimde fazla süslü veya gösterişli giyinenler için o zamandan kalma kullanılarak günümüze kadar ulaşmış.
Keçiboynuzunun içerdiği çekirdeklerin her biri 0,2 gram gelir. Çekirdeklerin ebatı farklı olsa da her biri aynı ağırlıktadır. Günümüzde de 0,2 gramın karşılığı 1 karat olarak kullanılmaktadır. Değerli taş satanların kullandıkları 1 karat buradan gelmektedir. Karat kelimesi keçiboynuzunun (harnup) latince adı olan “ceratonia” dan türetilmiştir. Beş tane keçiboynuzu çekirdeği 1 gram ağırlığındadır. Ancak keçiboynuzu çekirdeği yenilmez. Çünkü çok serttir'' 
Evet bu kısmı kopyalayıp yapıştırdım ama çok ilgimi çekti :)) 
Keçiboynuzu öncelikli olarak bolca kalsiyum içerdiği için bilhassa bayanlarda osteoporoza karşı etklili, küçük çocuklarda kemik oluşumuna yardımcı olacaktır.Bolca çinko içermesi de çocuklarda zihin gelişimine katkı sağlamaktadır. Bakıyorumm başka neler neler varmış :)) Kolesterol içermeyen, kafein içermeyen mis gibi bi yiyecek ya hu hem de tatlı:) Mesela bilirsiniz pekmezi de yapılır, (ki ben pekmez, reçel vesaireleri çok sevmeme rağmen) bolca şeker içerdiği için tasvip etmiyorum, o besini yemek daha faydalı ve sağlıklı bence. Sonraaaa, boğaz ve akciğer hastalıklarına çok iyi geliyomuş :)Ağrı kesici, astım önleyici etkileri falan da varmış haa az daha unutuyodum içerdiği E vitamini sayesinde antioksidan özelliği mevcut imiş. Yüksek ham selüloz etkisi ile bağırsak rahatsızlıklarına ve gastrite etkili imiş ve üreme hücreleri üzerinde de birçok olumlu etkisi mevcut. Ben daha yazarı amma burdaki harf sınırı doldu. Şunu unutmayalım ama lütfen 100 gr keçiboynuzu yaklaşık 540 kalori , tabii bu ne ki aslında iki dilim baklavaya eşit(!) ama güzelliği şu ki ; 100 gram keçiboynuzunu bi oturuşta yemeniz mümkün değil diyecek olsam da yine de dikkat edin lütfen 
NOT: Bi önceki cümledeki bu ne ki aslında iki dilim baklavaya eşit derken baklavayı övüyorum sanmayasınız tüm şerbetli tatlılar böyle hiç de masum değiller :( O zaman bi sonraki yazımız şerbetli tatlılar ve kalorileri üzerine olabilir :)) beklemede kalın , hoşçakalın... 
O kadar boş vaktim varken yazmadım , şimdi yarına yetiştirmem gereken bi ingilizce makalem olmasına rağmen bu platforma yazmayı tercih ediyorum. Çünkü yazma eylemi böyle bir şey. O çıldırtan duygu geldiği an yazmak zorundasınız. Yazmazsanız dayanamazsınız çünkü , olmaz yani. Her neyse işte bugün neler yazacağımı merak ediyosunuz değil mi ? Ben de ediyorum hadi daha fazla uzatmadan konuya giriş yapayım.
Bu sene üçüncü sınıf olduğumuzdan mütevellit diyet yazmayı öğreniyoruz. Öğrendikçe uygulamak mükemmel bi duygu biliyor musunuz :)) İşte biz de bundan dolayı her yediğimizin kalorisini sayar olduk. Derken derste stresli olunca bazı insanlar yemeğe saldırır dedi, hocam. İşte ! Dedim, beni anlatıyor. Ben de sinirli ve ya üzgünken ölümüne yerim, en çok da çikolata yerim. Dedim ki hocam ben kendime bile söz geçiremezken danışanlarıma ne derim?? Hocamın cevabı çok mantıklıydı, farklı aktivitelere yönel, dedi örneğin kitap oku, müzik dinle, yürüyüş yap, bulunduğun ortamı terk et vesaire... Derken teneffüste bi arkadaşım geldi ve keçiboynuzu ye dedi, çikolata yerine. Şimdi siz diyeceksiniz ki hiç çikolata gibi olabilir miii ?? Siz de haklısınız tabi ama cidden güzel bi şey ya:) Hele bi deneyin de ;) Daha şimdiden şunu çok görüyorum insanlarda , daha önce hiç yemediği bir yiyecekten (ki bunlar genelde daha sağlıklı besinler oluyor) nefret ettiğini söylüyor insanlar. Bu kesinlikle yanlış bir tutum. Önce bi deneyin bakalım belki vazgeçilmeziniz olacakkk :))
İşte bunun üzerine keçiboynuzu aldım tabi ilk iş içeriğine , kalorisine falan baktım. Özellikle ders çalışırken mükemmel bi el oyalayıcı oluyor. Araştırırken mükemmel bi hikayesi olduğunu öğrendim keçiboynuzu çekirdeklerinin.Ki ben , çok severim keçiboynuzu çekirdeğini böyle doğal taşmış gibi gelir bana ama ne işe yaradığını merak ederdim. Neymiş biliyor musunuz?

7 Eylül 2016 Çarşamba

Fark eylediniz değil mi, bu şartlar altında sağlıklı düşünebilmenin mümkün olmadığını önce kendime ardından siz değerli takipçilerime itiraf ettiğim günden beri hiç yazamadım. Elim varmadı ki bir şeyler yazayım şuraya. Durum vahim dostlar , ama ben her daim derim ki "... Yine de biz Şarklılar ümitvar olmalıyız, çünkü karanlığımızın sonu Aydınlığın Sahibi'ne çıkıyor... " Aydınlığın Sahibi, bizi yapayalnız bırakır sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Bu gece beni dert sardı , böyle olan derttaşlara selam olsun, gülümseyin de gökyüzü gül dolsun :))

19 Ağustos 2016 Cuma

Bu kez sağlıklı düşünme üzerine yazacaktım üstadımın talebi üzerine ki ; Ümran bebeğin yüzü gözümün önünden gitmiyorken hangi sağlıklı düşünceden, kime, nasıl bahsedeceğimi bilemedim. Ölmeliyiz dedim içimden , biz bu çocuk için bir şey yapamıyorsak ölmeliyiz! Şu an bu yazıyı yazarken yerin dibine giriyorum utancımdan ama yazmasam dayanamazdım. İçimizde kalıyor çünkü, bakıyoruz, takip ediyoruz, gözlemliyoruz, belki konuşuyoruz ama içimizde bir şey kalıyor. Benim içimde kalan şey boğazımda koca bir düğüm şu anda. Avaz avaz bağırmak istiyorum , sesim çıkmıyor. Ağlasam diyorum, içim acıyor. Kelimeler tükeniyor... Masum insanları öldüren cani dünya düzeninden bahsetsek, oturup saatlerce hayatımızı köleliğe çeviren -izm'leri eleştirsek (Allah tüm -izm'lerin belasını versin), biz de birilerini suçlasak, biz de iki ah vah edip unutsak... Allah unutmaz ! Saydıklarımın hepsini yapıyoruz değil mi? Çünkü yapacak başka bir şey görünmüyor, üstad yine haklı çıkıyor.. Sağlıklı düşünmek mümkün değil sanırım.. Ben bu dünya düzeninde sağlıklı düşünemiyorum. İki gün sonra size yine sağlıklı beslenin , cici yaşayın , aman şöyle dikkat edin , böyle yaşayın diye yazılar yazacağım. Ama utanıyorum! Ümran'ın gözleri gözlerimdeyken yemin ederim utanıyorum. Ne yapabilirim diyorum , düşünmekten çıldırıyorum ve yine aynı noktaya varıyorum. Bizim çocuklarımızın Ümran gibi, Aylan gibi olmasını istemiyorsak çalışmak zorundayız, bu da ezber oldu çıktı demeyin vallahi okumak zorundayız, gözümüzün önünde dünya tarihi yazılıyor gözü kulağı kapalı durmamalıyız. Her alanda kendimizi gerçekleştirme yolunda çalışıp durmalıyız. Bize düşen büyük sorumluluk.. Bunları gerçekleştirebilmek için önce kendimize değer vermeliyiz -her bağlamda- ........
Muhakkak ki benden iyi bilirsiniz ne anlatıyorum değil mi? Ben hiç sağlıklı düşünemiyorum şu sıralar bağışlayın..

16 Ağustos 2016 Salı

Bugün bu blogu açmama vesile olan Hasan hocamla görüştük. Blog açtığımı duyunca çok sevindi ve bana bazı önerilerde bulundu . Artık burda benden daha farklı şeyler de okuyacaksınız, beslenme ile sınırlı kalmayacak blog :))

15 Ağustos 2016 Pazartesi

Sıradaki yazım üstadımın önerisi üzerine sağlıklı düşünme üzerine olacaktı ama düşünmeye oturmaya ve yazmaya fırsat bulamadım henüz.
Bugün bu satırları yazıyor olma sebebim mesleğimin kurucusu , Türkiye'nin mercimek teyzesi Ayşe Baysal hocam. Ondan ders almaktı hayallerimden biri ama nasip olmadı. O şu an bir tabutun içinde Hacettepe Üniversitesi'ndeki anma töreninde . Binlerce insan dua ediyor arkasından. Bense onu sadece bir kez gördüm, içime doğmuş gibi bu sene gittiğim Besvak Kariyer Günleri'ne kesinlikle gitmeliyim dünya gözüyle bi kez Ayşe hocayı göreyim demiştim. Gördüm , elini tuttum ,- yaşlı insanlara ayrı bir sevgim vardır- gözlerinin içine baktım, konuştum , kitabını imzalattım o kadar titriyordu ki elleri garip bi şeyler yazmıştı kitaba ömrüm boyunca saklayacağım ve her baktığımda gülümseyip dua edeceğim birkaç kelime.. Velhasılı kelam ; gönlü güzel bir insandı. Bu dünyadan Ayşe hoca geçti, hocaların hocası .. Rabbim rahmetiyle merhametiyle muamele etsin. Camiamızın başı sağolsun demeyeceğim. Bence tüm Türkiye'nin başı sağolsun ...

28 Temmuz 2016 Perşembe

Çayın kalabalıkla arası iyidir, kahve yalnızlık ister deseler de bence her ikisi de iki kişiliktir. Çayı tek içmeye alışık bir insan olarak bana en acı gelen şey kahveyi bir başıma içiyor olduğum anlardır. Her neyse konumuz bu olmamalı değil mi :) Şööyle bol köpüklü şekersiz güzel bir kahve yaptım kendime bugün bu yazıyı yazıyor olma sebebim bu tabii :)
Şimdi öncelikle kahve özellikle tiryakisi olanlar için bir vazgeçilmez malumunuz, bendeniz migren ataklarım sebebiyle çok içemesem de seviyorum kendilerini. İnsan daha çok üniversite yıllarında alışıyor bence özellikle neskafeye. Ama bana sorarsanız Türk kahvesi, Dibek kahvesi, menengiç kahvesi.... saymakla bitmez bu çeşitler neskafeden çok daha güzel ;)
Şimdi biraz bakalım mı neymiş neye yararmış bu kahve ??
İlk kahve ağacının bulunduğu yerin Habeşistan'da bulunan Qahwah yöresi olduğunu söylesem siz de şaşırır mısınız acaba benim gibi? Durum bu olsa da biliyoruz ki en fazla kahve üretimi Brezilya'da oluyor. Bize Yavuz Sultan Selim döneminde Yemen valisi getirmiş kahveyi (Allah razı olsun) Bizde gören Venedikli tüccarlar da Avrupa'ya götürmüş kahveyi. Kısa bir tarihçeden sonra bizi ilgilendiren kısmına bi göz atalım:
İlk olarak biliyoruz ki kahve bol miktarda kafein içerir. (Bir fincan (200-250 ml) kahve yaklaşık 100-120 mg kafein içerir.) Kafeinin iştah artırıcı, uyuşukluğu ve zihin yorgunluğunu giderici etkisi mevcut. Kahve metabolizmamızı hızlandırıyor efenim,kan dolaşımını artırıyor ve kendimizi daha dinç ve mutlu hissetmemize sebep oluyor (ne güzel nimet ya hu ) ancak kafein kalp ve böbrekler üzerine etki yapıyor. Kahve içeriği sayesinde insülin direncinin kırılmasına yardım ediyor. Bu yönden şeker hastalığını önlemede etkili olabilir diyebiliriz. Ayrıca parkinson, migren gibi hastalarda iyileşmeye katkı sağladığı görülmüş. (Migreni olanlar aman dikkat! Abartırsanız ne olacağını benden iyi bilirsiniz;)) Kahve nimeti bağışıklık sistemimizi de güçlendiriyor :) Ama fazla tüketmemekte fayda var nitekim her şeyin fazlası zarar değil mi :) Kahveyi de günde üç fincandan fazla tüketmeyin diyor uzmanlar. Çünkü kalpte çarpıntılara sebep olabiliyor, Tansiyonu oynatabiliyor hatta beş fincandan fazlası kemik erimesine kadar götürüyor ( abartmaya ne gerek var kii) Ayrıca diüretik olduğu için idrar atımını artırır ve bir yönden de bakacak olursak sıvı aldığını düşünen insan su içmeyebilir ki bu durum hiç tasvip etmediğimiz bir şey sonra elektrolit dengemiz bozulacak ne gereği var Allah aşkına ? Bi de şu var ki ; gidip kafelerde içtiğimiz o güzel mochalar, latteler ve bunların arkadaşları var ya şuruplular,kremalılar,bilmem neliler kalori bombası biliyor musunuz ? (Mesela filtre kahve yaklaşık 4 kalori iken, white chocolate mocha 380 kalori civarı varın siz hesaplayın) Ayrıca şekersiz, kremasız bir fincan kahve yağ yakımına yardım ederken bunlar insanı obez eder alimallah :( Unutmadan, çayınızı kahvenizi yemekten en az 45 dk sonra tüketin ki demir emilimine engel olmasın :)
Şimdilik bu kadar sağlıcakla kalın efenim....

22 Temmuz 2016 Cuma

Vitamin C  namıdiğer askorbik asit: ( özellikle havalı dursun diye c vitamini yerine askorbik asit diyen bir kesim var insanlar tarafından anlaşılmayınca daha bilimsel oluyormuş gibi her neyse )

İlk olarak 1907 yılında yapılan deneylerde yeşil sebze ve meyvelerin  skorbüt hastalığını  önleyici etkileri olduğu keşfedilmiş. Tabii bilim adamları durur mu devam etmişler araştırmaya, zamanla skorbüt hastalığı sebebi olarak bir etken madde eksikliği olacağını düşünmüşler ve bu maddeye ‘antiskorbütik vitamin’ demişler . 1930lu yıllara gelindiğinde bazı bilim adamları glikozdan C vitamini sentezlemişler ( Glikoz ile C vitamininin yapısı birbirine çok benzer).

Vitaminler içinde en dayanıksızı olan C vit havadaki oksijen ile kolayca okside olur yani şunu demek istiyorum bitki dokusunu  kesme, soyma,ezme,kurutma vb işlemler ile yapısındaki ‘ askorbik asit oksidaz’ enzimi etkinleşir ve vitamin yapısı dejenere olur.  Yani günlük hayata uygulayacak olursak taze sıkılmış portakal suyu içelim diyip 4-5 saat önceden bi güzel sıkıp dolapta sakladığımız portakal suyu var ya ; içinde artık C vitamini yok denecek kadar az. Kullanmadan hemen önce kesmekte fayda var.

Bir başka önemli nokta şu: C vitamini suda kolayca erir bu yüzden besinler pişerken vitamini pişme suyuna geçer. Bu yüzden yaptığımız yemeklerin suyunu dökmeden farklı şekillerde değerlendirmeliyiz hiçbir şey yapamıyorsanız saksıların dibine dökün bari çiçekler vitamin alsın :)

Bitkilerde ve birçok hayvan türünde D-glikozdan askorbik asit sentezlenirken insanlar sentezleyemiyor bu yüzden besinlerle almamız gerekmekte . C vitamini bizim için çok önemli bazı işlevlerine bakacak olursak :
  • ·         Kollajen sentezinde görevlidir. ( Kollajen : dokuları bir arada tutan dokular arası protein)
  • ·         Kılcal damarların kuvvetlenmesinde görevlidir.
  • ·         Vücudu bakteri ve toksinlerden korur.
  • ·         IgA ve IgM ögelerinin sentezinde görevlidir. ( bağışıklık sistemi elemanları)
  • ·         Steroid hormonların sentezinde görevlidir.
  • ·         Bazı besin ögelerinin vücutta kullanılmasında yardımcıdır : Fe, Ca, tiamin, folik asit, A vitamini, E vitamini gibi...
  • ·         Amino asit metabolizmasında görevlidir.
  • ·         Yetersizliğinde kolesterol metabolizmasında değişmeler olmakta örneğin  portakal olarak alınan C vitamininin HDL kolesterolü artırdığı bilinmektedir.
  • ·         Hem olmayan demirin emilimi, demir indirgenmesi ve kemik iliğine taşınması süreçlerinde yardımcı
  • ·         Gözde C vit yoğun olarak bulunduğu için lensleri koruyarak katarakt oluşumunu geciktirir.
·         Bazı toksik ögelerin etkisini azaltır: Nitritlerin kanser yapıcı nitrozoma dönüşmesini engeller (özellikle mangal yaparken ette kanserojen bileşikler oluşur, yanında yenecek taze salata ve ya taze sıkılmış portakal suyu bu kanserojen etkisini önler)
  • ·         Ayrıca C vit besin sanayiinde sebze ve meyvelerin kararmasını önlemek amacıyla, yağlı besinlerde acımayı önlemek amacıyla, ekmek yapımında glutenin iyi oluşmasını sağlamak için kullanılır.
  • ·         Yetersizliğinde skorbüt(tedavi edilmezse eklemlerde şişlik, kemiklerde kırılma, enfeksiyona karşı direnç),  gingivitis (diş eti iltihaplanması), peteşi (kılcal damarların yetersizliğinde toplu iğne kadar kanaması), purpura (derinin dışında kırmızı alanlar) oluşabilir.
  • ·         Günlük gereksinmesi erkek ve kadınlarda 90 mg dır. 1 g’ın üzerinde alımı böbreklerde oksalat taşı oluşumuna sebep olur ve B12 vitamininin biyoyararlılığını azaltır.



19 Temmuz 2016 Salı

Rahman ve rahim olan Allah'ın adıyla... 

Öncelikle herkeslere merhaba :) Bu ilk yazım olmasından mütevellit heyecanlıyım biraz , zira yarım saat öncesine kadar blog nasıl oluşturulur bir fikrim yoktu ilk olarak aylar önce bir arkadaşımın önerisi ile blog açma fikri uyanmıştı bende, dün de gitmiş olduğum Araştırma Kampı'ndaki medya dersine gelen sevgili Hasan Hoca sayesinde kesin karar verdim. Kesinlikle blogun olmalı dedi ben de artık kolları sıvama vakti geldi diye düşünüp aldım bilgisayarı elime :) Şu an aklımdaki tek şey bir yıl sonra bugün bu ilk yazıyı açıp şu anki halimi hatırlayıp gülümseyecek oluşum :))
Bir gerçeği hatırlatmakta fayda var; herkes zayıf olmayabilir ama biz burdaysak herkes sağlıklı olmak zorunda. Bu yüzden bir diyetisyen adayı olaraktan sizinle sağlıklı beslenme ve sağlıklı yaşam ile ilgili güzel güzel bilgiler paylaşacağım takipte kalınız efenim :)